Aşıkların Fıkhı

Müslüman olduğu günü bir türlü unutamıyordu. O gün çok heyecanlıydı. Çevredeki kabilelerin Medineye akın edip Müslüman oldukları vüfud senesinde o da kendi kabilesiyle beraber Rasulullah’a (Aleyhisselam) tabi olmaya gelmişti. Kafilenin en gençlerinden biriydi.  Sormak istediği sorular vardı. İyi amelleri ve günaha neden olan davranışları tek tek öğrenmek istiyordu. Ancak çok kalabalık geldikleri için sorularının hepsini sormak şöyle dursun onun yanına yaklaşması bile zordu. Yine de fırsat buldukça insanların arasından geçip ilerlemeye çalışıyordu. Kalabalığı rahatsız ettiğinin farkındaydı. Kendisine kızanları “en sevdiğim insana yaklaşmama izin verin” diyerek sakinleştirmeye çalışıyordu. Rasulullah onu farkedip “Ey Vabisa! Yanıma gel.” diye seslenince heyecanı daha da arttı. Kendisi için açılan yolda ilerlerken adeta mutluluktan uçuyordu. Önüne gidip diz çöktü. O kadar heyecanlanmıştı ki ne soracağını bile unutmuştu. Çünkü en sevdiği kişinin dizleri kendi dizlerine değiyordu. Rasulullah: “Sormak istediğin şeyleri soracak mısın yoksa ben soracağın şeyleri sana söyleyeyim mi” deyince kendine gelir gibi oldu. “Buyurun ya Rasulallah siz söyleyin” diye karşılık verdi. Rasulullah, “İyi ve günah davranışların neler olduğunu soracaktın” deyince bir mucizeye şahit olmanın heyecanıyla kalbi titredi. Kuruyan dili boğazına yapıştığı için heyecan içinde yalnızca “evet” diyebildi. Rasulullah parmak uçlarını birleştirip göğsünde gezdirmeye başladı. O gezdirdikçe Vabisa’nın kalbi küt küt atıyor mutluluktan içi içine sığmıyordu. Rasulullah: “Ya vabisa iyi ve günah davranışları kalbine sor, kalbinin mutmain oldukları iyi, tereddüt ettikleri ise günahtır. İnsanlar sana fetva verseler bile” dedi.

Vabisa sözün ne anlama geldiğini kendi kendine düşünmeye başladı: Demek ki, mübah bir davranışta bulunmakla her zaman iyi bir amel yapıldığı anlamına gelmiyordu. Bazı mübahlar, günaha girmeye sebep olabilirdi. Mesela kazancına bir miktar haram karışmasında zarar görmeyen bir kimsenin ikramını geri çevirmek gerekir diye düşündü. Oysa fetva verenler, kazancın çoğu haram olmadığı sürece bu kimselerin ikramını kabul etmeyi mübah sayıyorlardı. Fetva ile takvanın birbirinden farklı olduğunu anlamıştı.

Vabisa, unutamadığı o günden sonra kabilesiyle beraber yaşadığı yere geri döndü fakat fırsat buldukça Medine’ye gelip Rasulullah’la beraber olmaya çalışıyordu. Veda haccında onunla beraberdi. Veda hutbesini pür dikkat dinlemiş, daha sonra aklında kalanları etrafındakilere nakletmişti. Rasulullah’ın kıldığı namazları en ince ayrıntısına kadar takip etmeye çalışıyordu. Rükunun nasıl olması gerektiğini çok güzel anlatırdı.  Rasulullah’ın rükusunu anlatırken “o rükuda sırtını öyle dümdüz yapardı ki, sırtına su dökülecek olsa aşağı akmazdı.” diye tarif ederdi. Bir keresinde Rasulullah’ın, safların arkasında tek başına imama uyan bir kimseden namazı iade etmesini istediğine şahit olmuştu. Elbette Vabisa, Rasulullah’ın bunu isterken namazı iade etmenin daha iyi olacağını kastettiğini anlamıştı. Çünkü kimi zaman aynı durumda namazın iade edilmesini istemiyordu. Ancak Vabisa şahit olduğu olaydaki sözleri aynen aktardığı için bazı genç ilim talebeleri, Rasulullah’ın namazın iadesini vacib gördüğünü sanmışlardı.

Vabisa, Rasulullah’ın vefatından sonra diğer sahabiler gibi kendini büyük bir yalnızlık içinde hissetmiş fakat zor duruma düştüğünde Rasulullah’ın tavsiyesiyle fetvayı kalbinden isteyerek hakikatin peşinden ayrılmamıştı. Bir müddet yeni kurulan şehir Kufe’de islam’ı yaymış, Halife Osman’ın şehadetinden sonra Kufe’den ayrılıp daha uzaklara gitmeye karar vermişti.

***

Genç ilim talebeleri, Harran’ın güneyinde Fırat nehri üzerinde yer alan Rakka’ya yaklaştıklarında, orada yaşayan sahabiyi ziyaret etmenin hayalini kuruyorlardı. Aralarında konuşurken içlerinden biri, bu ziyaretin kendileri için büyük bir ganimet olacağını söyleyerek heyecanını gizleyememişti. Şehre girip, yüklerini indirdikten sonra hemen ziyarete gittiler.

Ziyarete gelenler çoğu zaman onu ya Kur’an okurken ya da namaz kılarken buluyorlardı. Kuran okurken ağlayıp Mushafı ıslattığına çok kere şahit olunmuştu. Bu sefer gençler içeriye girdiğinde onu namaz kılarken buldular. Bir kenara oturup izleme fırsatı buldular. Sahabenin nasıl giyindiğini ve nasıl namaz kıldığını görmek kaçırılmaması gereken bir fırsattı. Ne zaman bir sahabiyle karşılaşsalar onu izleyip örnek almaya çalışıyorlardı. Üzerinde ipek ve yün karışımı olduğu anlaşılan kapşonlu kahverengi bir cübbe vardı. Kumaşın dokuması, ipeği yününden daha az belirgin olacak biçimde yapıldığı için sahabenin bu tür cübbeleri giymekte bir sakınca görmediğini biliyorlardı. Huşu içerisinde namaz kılıyordu. Sükunet ve vakar içindeydi. İhtiyar sahabinin namaz kılışı gençleri çok etkilemişti. Ayakta durmakta güçlük çektiği için bir asaya dayanıyor, rüku ve secdelerini tam olarak yapmaya çalışıyordu.

Özellikle asaya dayanarak ayakta durmaya çalışması gençleri şaşırtmıştı. Acaba asaya dayanarak ayakta durmak mı yoksa oturmak mı daha uygundu? Bu durumda olan kimseler oturarak namaz kılsa sahih olmaz mıydı? Akıllarından bu gibi sorular geçiyordu. Rasulullah’ın ona fetvayı kalbine sormasını tavsiye ettiğini bildikleri için fetvayı kalbinden almış olabileceğini düşündüler. Ancak bu tür konularda fetvanın kalpten istenilmesi mümkün değildi. Mutlaka zahiri bir delile dayanmak gerekirdi. Namazını bitirdikten sonra akıllarına gelen soruyu kendisine sormadan duramadılar.

Bu soruyla karşılaşınca, yıllar önce Halife Ömer döneminde kılınan uzun teravihleri hatırladı. O yıllarda Halife Ömer, teravihleri Übey b. Ka’b’ın kıldırmasını ve kıraatin uzun tutulmasını istemişti. Teravihler imsak vaktine kadar sürüyor, ihtiyar sahabiler asalarına dayanarak ancak ayakta durabiliyorlardı. Kendisi için delil olarak bunları yaşamış olmak yeterliydi. Çünkü sahabiler, asaya dayanarak bile olsa güçleri yettiği sürece ayakta kılmayı tercih ediyorlardı. Sahabenin ileri gelenleri tarafından bu uygulamaya itiraz edildiğini görmemişti. Ah eski dostlar! Eski dostlarını hatırladıkça duygulanıyordu. Ne var ki aklından geçenleri onlara anlatmadı. Gençlere kendi dostlarının uygulamasını değil Rasulullah’ın uygulamasını delil göstermek istedi. Çünkü bir hanım sahabi, bu konuda kendisiyle önemli bir bilgi paylaşmıştı. Gençlere dedi ki: “Ümmü Kays’tan işittiğime göre Rasulullah son zamanlarında namazlarını bir direğe dayanarak kılmaya çalışıyordu.”

Genç ilim talipleri İslam şehirlerinin birçoğunu gezmiş olmalarına rağmen bu uygulamayla karşılaşmamışlardı. Demek ki, insanlar bu hükmü bilmedikleri için asaya dayanmak yerine oturmayı tercih ediyorlardı. Halbuki, Rasulullah’ın uygulamasından anlaşıldığı kadarıyla asayla ayakta durabilecek kimselerin kıyamı terketmeleri caiz değildi. Kısa günün karı olarak önemli bir meseleyi öğrenmiş olmanın sevinci içerisindeydiler. Birbirlerine bakıp Rasulullah’ın arkadaşı Vabisa’yı ziyaret etmenin kendileri için büyük bir ganimet olacağı konusunda haklı çıkmanın mutluluğunu paylaştılar. Rasulullaha salatü selam getirip, ashabına dua ettiler: “Allahümme salli ala Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.”

error: Content is protected.