Ehl-i Sünnet Nazarı s.419 ile İlgili Bir Soru ve Cevabı

Ehl-i Sünnet Nazarı s.419 ile İlgili Bir Soru ve Cevabı

Soru: Hocanız Ehl-i Sünnet Nazarı s. 419’ da “Bir müddet vahye ara verildi (fetret). Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şiddetli bir üzüntü içerisine girdi. Çoğu zaman, dağların tepelerine çıkıp kendini atmak isteyince, Cibrîl Hıra dağındaki sûrette kendisine gelerek: “Ey Muhammed, gerçekte Sen, hak ve gerçek olarak Allah Teâlâ’nın Rasûlü’sün.” derdi. O zaman kendisine teselli gelir; sükûnet bulurdu. Bir müddet sonra bir daha görünür ve aynı sözü söylerdi.” demektedir. Cerh edilen rivayete dayanıp Hz. Peygamber’in vahiy kesildikten sonra hüzünlenip, yüksek dağların başına çıkıp intihara teşebbüsünün kabul edilmesi bir yana; Cebrail’in gelip “Sen Allah’ın Resulüsün” diyerek kendisini teskin etmesinin ardından Efendimizin tekrar tekrar intihara yeltenmesi kesinlikle inandırıcı değil! Günümüzde bazılarının Muhammed Hamidullah’ın “İslam Peygamberi”ni de refere ederek “Huzur kaynağı iddiasında olduğunuz İslâm inancı, intihar düşüncesini dahi engellemez” ve “Peygamberi bile intiharı düşünmüş bir dinin mensupları” yakıştırmalarına ne diyeceksiniz?

Cevap: İlk olarak vahyin kesilmesi döneminde Hz. Peygamber Aleyhisselâm’ın üzüntüsünün büyüklüğünün boyutu râvî tarafından “Hz. Peygamber’in kendini atmak istemesi” ile ifade edilmiştir. Kendisi Arapça olan “kendini öldürme” anlamındaki “intihâr” kelimesi ibarede yoktur. Mesele üzüntünün boyutunu ta’rîf kabilinden temsildir. Ayrıca Müslim’de olmayıp Buhari’de Hz. Aişe Radıyallâhu anhâ hadîsine ziyade olarak geçen bu ibarenin, , “فِيمَا بَلَغَنَا” “Bize ulaştığına göre…” ibaresinden sonra geliyor olması, söz konusu ifadenin Hz. Peygamber’e ait olmamasının yanı sıra, Hz. Aişe vâlidemize bile ait olmadığını ortaya koymaktadır. Yani olay bizzat Hz. Peygamber’in kendi ifadesi ile “Ben ……düşündüm” Şeklinde nakledilmemektedir. Yine ifade, Hz. Aişe validemize de ait değildir. İlgili mürsel rivayet ise ‘hâl’ karînesi ile onun üzüntüsünün büyüklüğünü anlatma bağlamında bir temsîlden başka düşünülemez. Zira aksi iddia niyet okuma olacaktır.

Söz konusu bu ibâre sadece Zührî’ye ait “mürsel” bir rivayette yer almaktadır. Zührî’nin Urve kanalıyla gelen diğer merfu rivayetinde ise Hz. Âişe (r.anha) validemizden naklettiği kısım, “Hz. Peygamber (Aleyhisselâm) bu sebeple çok hüzünlendi” cümlesiyle sona ermektedir. Dolayısıyla bazılarının Muhammed Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” eserini refere ederek “İslâm inancının intihar düşüncesini engellemeyeceğini, huzur vermeyeceğini” dile getirmesi; yine “Sizler, peygamberi bile intiharı düşünmüş bir dinin mensuplarısınız” iddiaları maalesef cehalet ürünü olduğu kadar kötü niyetli talihsiz ve hadsiz söylemlerden öteye geçemez. Ayrıca hâl karînesi ile bugün intihar edenlere bakıldığında inançsız veya inancı son derece zayıf kişiler olduğu ortadadır. İslâm huzur dinidir. Kadere iman eden kederden emîn olur.

İkinci olarak Üstadımız (Rahmetullahi aleyh) söz konusu sayfada rivayetin kritiğini yapmadan sadece ilgili nakle yer vermiştir. Zira ilgili olay, konunun öznesi konumunda değildir. Mürsel de olsa hadis kaynaklarında geçen bir olayı nakletmesinden ötürü Üstadımıza ta’n etmeniz insafsızlık olur. Ayrıca birkaç sayfa sonra (s.428) konuya yaklaşımını ve tercihini başka hadîs-i şeriflerle istidlâlde bulunarak net bir dille ortaya koymuştur ve şöyle demektedir:

Vayhin fetret devresine gelince; ilk vahiyden sonra zannedildiği gibi, vahiy büsbütün kesilmemiştir. Ancak vahy-i metlû, yani Kur’an ayetlerinin inişi, üç sene zarfında kesilmiştir. Bunda yine vahiy vardı.” (Hâlbuki ilgili iddia vahyin kesilmesinin düşünülmesi kaynaklı intihar teşebbüsü idi). Şimdi de vahyin büsbütün kesilmediği konusunda kendisini bu tercihi yapmaya sevk eden deliline yer veriyor ve diyor ki:

Bu fetret döneminde bazı nakillere göre, ilerde gelecek âyetleri anlama kabiliyeti, İsrâfil tarafından Peygamber Sallallâhu aleyhi ve sellem’in rûh-u şerîflerine ve dimağlarına gelmiştir. Doğrusu, nübüvvet ve risâlet abasının taşınma yolları öğretilmiştir. Ruhunun beslenmesi, İsrâfil’in vazifesiydi. Cebrâil ise sadece vahyi tebliğ etmekle vazifeliydi. Nitekim Müslim ve Bûhârî’nin Câbir radıyallâhu anh’tan tahric ettikleri bir hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَبَيْنَا اَنَا اَمْشِى اِذْ سَمِعْتُ صَوْتًا مِنَ السَّمَاءِ فَرَفَعْتُ بَصَرِى فَاِذًا المَلَكُ الَّذِى جَاءَنِى بِحِرَاءَ قَاعِدٌ عَلَى كُرْسِىٍّ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالاَرْضِ فَجُئِثْتُ مِنْهُ رُعْبًا حَتَّى هَوَيْتُ اِلَى الاَرْضِ فَجِئْتُ اَهْلِى فَقُلْتُ زَمِّلُونِى زَمِّلُونِى فَزَمَّلُونِى فَاَنْزَلَ اللّٰهُ {يَا اَيُّهَا المُدَّثِّرُ قُمْ فَاَنْذِرْ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ وَلاَ تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ} ثُمَّ حَمِىَ الوَحْىُ وَتَتَابَعَ

Bir vakit yolda yürüyordum. Ansız gökten bir ses işittim; gözlerimi semâya kaldırdım; ne bakayım Hıra’da Bana gelen melek. Yer gök arasındaki ufku tamamen kaplamış bir kürsü üzerinde oturmuş.. Bundan dolayı, yere düşünceye kadar, şiddetli bir korku beni sardı. Ehlime geldim: Beni örtün, Beni örtün dedim. Beni örttüler. Akabinde Allah Teâlâ Bana: {Ey elbisesine bürünen Habîbim; kalk; kafirleri inzar et. Rabb’ini yücelt. Elbiselerini temizlemekte devam et. Ve Allah’ın razı olmayacağı cahiliye devrinin tüm Âdetlerini terk etmeye devam et. Yaptığın iyiliği çok görme. Rabb’in rızasını kazanmak için zorluğa katlan.} (el-Müddessir Sûresi ayet 1 – 7) ayetlerini indirdi. Sonra artık vahiy kızıştı ve Kur’an ayetleri peşpeşe indi.”( Sahîh-i Müslim h.n.161 = 255, Sahîh-i Buhârî h.n.4, 4925, İmam Beğavî Mesâbîh-us-Sünne h.n.4557)

Sonuç olarak bazı ulema “Yüksek tepelerden düşme…” ile ilgili cümlelerin ‘Mürsel’ rivayet olmasından da yola çıkarak intihar olarak algılayıp cerhini yaparken, Üstadımız, cerh olayına girmeksizin, fetretin sanıldığı gibi büsbütün vahyin kesilmesi olmadığı noktasında tercihini ortaya koymuştur. Ayrıca ilgili ifade üzüntünün boyutunu ta’rifle ilgili temsîl bağlamında düşünüldüğünde metin olarak cerhlik bir durum da söz konusu değildir. Nitekim konunun sonunda da “Bu hadîsin zahirinden mutlak vahyin kesilmesi değil, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin nuzûlü arasına zaman girdiği anlaşılmıştır.” demektedir. (Ehl-i Sünnet Nazarı s.428). Musannifin bir ifadesi diğerini şerh eder, tahsîs eder, tefsîr eder. Cımbızla çekip hüküm vermek yersizdir. Doğru anlamak için her eserin bütünlüğüne bakılması lazımdır derim. Vesselam.

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

error: Content is protected.