Kur’ân’da geçen “Peygamber Ancak Bir Beşerdir” İfadesi Nasıl Anlaşılmalıdır?

Dinin kaynakları Kur’ân, Sünnet, İcma ve Kıyastır. Dört mezhep bu kaynakları en iyi anlayan, dolayısıyla ulema tarafından kabüle mazhar olan ve usülü nesilden nesile aktarılan yapılardır. Bu hususun Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dönemine yakınlık, ibadette ve mueameletta görsel- dilsel birliktelik gibi pek çok sebebi bulunmaktadır. Yazımızın konusu olmadığı için ilgili sebeplere dair teferruata girmeyeceğiz. Konumuz mezhepleri, Sünnet, İcma ve Kıyas gibi temel kaynakları tanımayan ve “Kur’ân bize yeter” sloganı atıp, yeteri kadar da Kur’ân veya Kur’ânî ilimleri okumayan kimselerin Peygamberler hakkındaki bazı iddialarını ispat için ayetleri eğip bükmesidir.

Bahse konu kimselerin iddialarından biri Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tek vazifesinin Kur’ân’ı insanlara aktarmak olduğudur. Bu anlayışa göre Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, aktardığı vahiy üzerinde teşri, tefsir, tebyin, tayin ve tahsis gibi bir vazifesi ya da yetisi yoktur. Zira onlara göre aksi bir durum kul ile Allah’ın arasına girmek demektir. Zaten söz konusu anlayışı tanıyabileceğiniz bir diğer sloganları da budur. Öyle ya! Sünneti inkâr edenin tevessülü kabul etmesi beklenebilir mi? Bu da başka bir yazının mevzusu olduğu için konumuza dönelim.

İlgili iddia sahipleri Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Kur’ân’da beşer olarak nitelenmesini delil olarak getirmekteler. Dolayısıyla iyinin ve kötünün, helalin ve haramın tespitinde Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in diğer insanlardan pek de farklı olmadığını; aksi bir anlayışın ise Peygamberlerin beşeriyetini ifade eden ayetlerle ters düşeceğini savunmaktalar. Bir üst başlıkla ifade eceke olursak onlar bu ayeti Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vahye dair tasarrufunun ve imtiyazının olmadığını savunurlar.

Ancak bu tür iddialar söz konusu ayetlerin bağlamını ve nüzul sebebini bilmemekten kaynaklanır. Çünkü bu ayetler zaten Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vahye dair tasarrufunun ve imtiyazının olmadığını iddia eden müşriklere cevaben gelmiştir. Aradaki fark ise müşriklerin beşeriyetine istinaden peygamberlerin vahiy alamayacağı iddiasına karşın, mevzubahis grubun Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in beşeriyetine istinaden vahyi anlamada ve anlatmada sözlerinin, fiillerinin ve takrirlernin yani sünnetin ölçü olamayacağıdır.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki peygamberlerin beşeriyetlerini ifade eden ayetler cedel/münazara ilimlerinde kullanılan sanatlardan mücârâtü’l-hasm’a örnektir. Sözlük anlamı itibariyle ayak uydurmak/yarışmak anlamına gelen mücârât,1 hasım kelimesine muzaf/tamlayan olduğu zaman tartışmada düşmanı mağlup etmek için onun ortaya koyduğu öncüllerden birini kabul edip diğer öncülü reddetmek demektir. Amaç ise söz konusu öncüllerden oluşan önermenin hasmın savunduğu neticeyi doğurmayacağını ifade etmektir. Arapça’da bu üsluba tenezzül de denilmektedir.2 Basitçe ifade edecek olursak bu üslup “Bunun böyle olması, şöyle de olmasına engel değildir” mantığındadır. Dolayısıyla ilgili ayetler “bir varlığın beşer olması, onun vahiy almasına engel değildir” manasında gelmiştir.

Mantıksal kıyasla anlatacak olursak müşrikler peygamberlerin nübüvvetini onların beşer olması sebebiyle inkâr etmişlerdir. Zira onlar beşer cinsinin vahiy alamayacağını, bu sebeple de nebi olarak meleklerin gönderilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir.3 Dolayısıyla müşriklerin önermeleri şu şekildedir: “Siz bir beşersiniz. + Beşerden peygamber olmaz. = Öyleyse sizden peygamber olmaz.

Bahse konu önermede birinci öncül peygamberlerin beşer olmasıdır. Kur’ân’ın bu öncülü kabul ettiği görülmektedir. Nitekim mücârâtü’l-hasm üslubu ile ilgili iddiaya cevap veren “قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ4Peygamberleri onlara dediler ki: «(Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Lakin Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. Müminler ancak Allah’a dayansınlar.” âyeti peygamberlerin beşer olduğunu açıkça ifade etmektedir. Âyetteki “Lakin Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder” ifadesi ise ikinci öncülü reddetmektedir.5 Yani beşeriyetin nübüvvete engel olmadığını beyan etmektedir.6 Dolayısıyla aynı beşeriyet sünnetin kaynak değerine de engel değildir.

Benzer bir durum “قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً7De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh’ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” âyeti için de geçerlidir. Zira mezkûr âyet bir yandan Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in beşer olduğunu diğer yandan vahiy aldığını belirtmektedir. Bu ifade beşeriyetin nübüvvete engel olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim ilgili verilerden hareketle şöyle bir kıyas yapmak mümkündür: “Ben bir beşerim. + Bana vahyolunuyor. = Beşer olmak vahiy almaya mâni değildir.

Görüldüğü üzere Kur’ân’da peygamberlerin beşeriyeti; onların diğer insanlardan farklı olmadıkları bağlamında getirilmemiştir. Bilakis buradaki bağlam Allah’ın dilediği lütfu dilediğine vereceği ve beşeriyetin bu lütfa engel olmadığı yönündedir. Bu minvalde Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in teşrî imtiyazına yönelik itirazların fütursuzluğu ortaya çıkar. Çünkü bu yöndeki bir itiraz Allah’ın böyle bir lütfu dilediğine verememesi iddiasına dayanır ki yukarda zikrettiğimiz ayetlerin inkârı anlamına gelir.

Yeri gelmişken dikkat çekmek istediğimiz bir husus daha bulunmaktadır. Aynı cinsten olmanın imtiyaza mâni olmadığını ifade için gelen ayetlerin, amacının tam tersine hizmet için kullanılması; meali Kur’ân zanneden insanların düştükleri durumun anlaşılması bakımından kâfi bir örnektir. Böyle tehlikelerden sakınmak için her konuda olduğu gibi bu konuda da işin ehline danışmak ve tefsirlere müracaat etmek gerekir. İşin ehlini tanımadaki birinci ölçü ise sünnete ittibadır. Zira maksat Allah’ın rızasını ve muhabbetini kazanmak ise hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var: “قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿﴾ قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿﴾ ”8 “(Habibim) De ki: eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah Gafurdur, Rahimdir.” “De ki: Allah’a ve peygambere itaat edin; eğer aksine giderlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez. ”Allahümme salli alê seyyidine Muhâmmedin ve alê cemîi’l-Enbiyâi ve’l-mürselîn.

1 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XIV, 139.

2 Ali Sedad Efendi, Mîzânu’l-Ukûl fi’l-Mantık ve’l-Usûl, Osm.dan çev. Emine Öğük vd., Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2015, S. 15/1, 352; Marulcu, Kelam’da Nazar, 61.

3 23/Mü’minûn/24.

4 14/İbrahim/11.

5 Ebû Zehre, Muhammed b. Ahmed b. Mustafa, el-Mu’cizetü’l-Kübrâ el-Kur’ân, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Kahire, ty.,410.

6 es-Suyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî eş-Şâfiî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Heyetü’l-Mısrıyyetü’l-Âmme li’l-Kitâb, tah. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhim, Kâhire, 1974, IV, 66.

7 18/Kehf/110.

8 3/Âli İmrân/31-32.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

error: Content is protected.