SEYYİDUNÂ ŞEYH AHMED EL-FÂRUKÎ Rahmetullahi Aleyh

SEYYİDUNÂ ŞEYH AHMED EL-FÂRUKÎ Kuddise Sırruh

 

İmâm-ı Rabbânî; müceddid-i elfi sânî, kayyûm-u semedânî, ekmellerin mürşidi kutb-ul-gavs-ul-ferd ve Hazreti Ali radıyallâhu anh’ın özüdür. Zira şeyhi Muhammed el-Bâkî’den kesb-i kemal ettikten sonra, ayrıca emîr-ul-mü’minîn Hazreti Ali keremallâhu vecheh’in ruhâniyeti onu terbiye etmiştir.

 

971’de Serhend şehrinde doğmuştur. Kayyûm-u Rabbânî, babasından şer’î ve aklî ilimleri tahsil ettiği gibi, muasırlarının birçok âlimlerinden dahi, aklî ve şer’î ilimleri tahsil etmiştir. Babasından Kâdirî, Sehreverdî, Çiştî tarîkatlerinin iznini almış; onyedi yaşındayken bu üç tarîkatte irşad postunda oturmuştur. Fakat bununla beraber, Nakşibendî tarîkatindeki kerameti ve azîm nisbetinin sırrını dahi tahsil etmeyi şiddetle arzulardı. Bu arzu ve meyli gittikçe artıyordu. Kendi keşfinde, tanıdığı meşayıha müracaat eder; himmetlerini taleb eder; fakat zâhirde de araştırırdı.

 

Şeyhi Muhammed Hâce İmkengî, zamanının kutb-ul-gavs-ul-a’zâmı idi. Halifesi olan Şeyh Muhammed el-Bâkî’yi, Buhâra’dan Hindistan’a göndermişti.

 

Kayyûm-u Rabbânî, onun Hindistan’a gelişiyle sevinmişti. Ziyaretine gitti ve ilk mülâkatta, irşâdını, kemâlâtını göstermeksizin, ilmi, irfânı ve tevâzuu ile Şeyh Muhammed el-Bâkî’nin elini tutarak teslim oldu.

 

İki ay ve birkaç günden sonra şeyhi Muhammed el-Bâkî kuddise sırruh, murâdiyet, mahbûbiyet, kemal ve tekmil makamlarına muvaffak olduğuna şahadet ederek, müridlerinin terbiyelerini ve irşadlarını ona teslim etti.

 

Kayyûm-u Rabbânî mukâşefe ilimlerinde dahi çok terakki etmişti. Kendisi bazı kemâlatlarını şöyle açıklamıştır:

 

Allah Teâlâ kıyamete kadar vasıtalı veya vasıtasız tarîkatime giren kadın ve erkeklerin isimlerini bildirmiştir. Benim bu nisbetim kıyamet gününe kadar evladımın vasıtasıyla devam edecektir. Hatta Mehdî aleyhisselam dahi benim bu şerîf nisbetimde olacaktır.

 

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, kelam ilminde müctehid olduğumu ve şefaatimle binlerce insanın kurtulacağını haber vererek kendi mubarek eliyle bana icaze yazdı. Ve bunun gibi benden öncekilere yazmadığını bildirdi.

 

Allah Teâlâ Hindistan’daki peygamberlerin kabri şerîflerine beni muttali etti. Onların kabirlerinden nurların fışkırdığını görüyorum.

 

Allah Teâlâ irşadda ve halkın hidayete ulaşmasında bana yüce bir kuvvet verdi. Şöyle ki, kurumuş bir tahtaya teveccüh etsem yeşillenecektir.

 

Ehli ilimden bazıları ona gönderdikleri mektubda: “Senin iddia ettiğin bu makâmâta ashab ulaştı mı, ulaşmadı mı?.. Ulaştılarsa bir defada mı ulaştılar, tedrîcen mi?..” diye sormuşlar;

 

Kayyûm-u Rabbânî: “Buna cevabımız, sizin yanımızda hazır olmanızdır.” karşılığını vermiştir. Soru sahibleri huzuruna geldiklerinde Kayyûm-u Rabbânî makâmâtının cem’iyyetiyle onlara teveccüh edince, itirazcılar ayağına sarılarak tevbe etmiş ve demişlerdir ki: “Gerçekten inandık ki, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir bakışıyla ashab def’aten Allah’a kavuşmuşlardır.”

 

İmam Şâfiî ve İmam Hanefi’nin rûhâniyetinden ve daha birçok evliyâi îzâm’ın rûhâniyetlerinden nisbeti istifâze ettiği gibi, ayrıca Nakşibendî, Kâdirî, Çiştî ve Sehreverdî meşâyıhının rûhâniyetlerinden dahi nisbeti almıştır.

 

El-Mevâhib-us-Sermediyye, El-Hadâyık-ul-Verdiyye ve İslam Ansiklopedisi, ona geniş yer vermiştir.

 

Kayyûm-u Rabbânî, istifade ve istifâze ettiği nisbeti, üçyüzden fazla halifelerine bırakarak, kısmı a’zamîsini oğlu Muhammed Ma’sûm’a teslim etmiş; 1035’te dâr-ı bekâya naklolmuştur.

 

 

Özleşme Yolu / s.173-175

 

error: Content is protected.