Mevlânâ Fadl Aliyy-il-Kureşî rahmetullâhi aleyh

dargah Miskeenpur sharif

 

Çocukluk dönemini Kâlabağ’da geçirmiş ve dersinlerini Mevlânâ Kamereddin kuddise sirruh vermiş. Hadîs alanında Mevlânâ Ahmed Ali Saharanpûrî kuddise sirruh’un yanında okumuştur.

Küçükken bir papağanı konuşturmak için yetiştirmek istemişti ama bir gün ilham alarak bir papağanı konuşturmaktan ziyade halkın kalblerini zikrullah ile konuşturmanın çok daha değerli olduğunu anlamıştı. Bu yolda yürümek için bir kâmil-i mürşid aramaya başlamış. Mevlânâ Muhammed Osman ed-Dâmânî kuddise sirruh’un huzuruna yetişmiş ve duasını almış ama yaşından dolayı yeni müridleri kabul edememiş. Böylece yeni gelenleri ya halifesi Seyyid Laal Şah kuddise sirruh ya da oğlu Mevlânâ Muhammed Siraceddin kuddise sirruh’a yönlendirirmiş.

Seyyid Laal Şah Hemadanî Hazretleri’nin (hicrî 1313, miladi 1896) maayietinde seyr-i süluke başlamıştır. Seyyid Laal Şah Hemedânî Hazretleri Peygamber Efendimizin soyundan gelmiş büyük evliyalardan ve bu mübarek yol için mükemmel bir şeyh idi. Manevî eğitimini Dost Muhammed el-Kandahâvî kuddise sirruh vermiştir ve sonra Hâce Muhammed Osman ed-Dâmânî kuddise sirruh’un yanında halife tayin edildi. Hayatını Danda Şah Bilavâl köyünün Çakval semtinde Pakistan’da geçirdi. Bu köyün temelini dedeleri atmıştır. Evliya oluşu üstün ahlakından ve parlak yüzünden çok âşikar idi ve insanlar yüzüne bakmaktan hayâ ederdi. Kureşî Hazretleri bir gün şeyhini yürürken gördüğünü anlattı. Bir duvarın arkasından O’nu seyrederek O’nun parlak yüzüne bakamadığını anlayınca şu ayeti tilavet etmişti إِنْ هَذَا إِلاَّ مَلَكٌ كَرِيمٌ “Bu, bir beşer değildir. Bu, çok şerefli bir melekden başkası değildir.”(Yusuf sûresi 31. âyet)

Seyr-i sülûku bitmeden ilk şeyhi vefat etti. Yolunu Mevlânâ Muhammed Osmân ed-Dâmânî kuddise sirruh’un oğlu ve halifesi Mevlânâ Muhammed Sirâceddin kuddise sirruh’un (1297-1333 hicrî/1879-1915 miladi) yanında devam etti ve bitirdi. Hâce Muhammed Sirâceddin kuddise sirruh doğuştan bir veli idi, eğitimini mübarek babasından görmüş ve hilafetini 17 yaşında almıştır. 26 Rebiyy-ül-evvel Hicrî 1333 yılında vefat etmiştir. Sülûkunun son dönemine kadar Mevlânâ Fadl Aliyy-il-Kureşî kuddise sirruhu mübarek yolunda devam etti ve hilafetini aldığı dönemde aslında sade 50 talebe yetiştirmeye çaba edilirdi ama sonra mutlak halifelik kazandı.

Hilafetin önceside yakın akrabaları ve arkadaşları ile Fakirpür köyünün temelini attılar. Sonra, o yolda yeni talebeler yetiştirmek için şeyhinden emir aldı. Orası irşad için, muhtac olanlar ve bu mübarek yolu arayanlar için bir tekke olarak kuruldu.

Fakirpür, talebeler ve misafire ulaşımı zor olan kırsal bir bölgede bulunuyordu. Bu insanların geçimini nazar-ı itibara alınarak yeni bir tekke yapıldı ve Miskinpür ismi verildi. Muzaffergarh, Pencab semtinde bulunuyor, Pakistan.

Kendine ait çiftlik arazisi vardı ve kendisi ekip biçerdi. Bölge zemin olarak sert ve kayalık ve işlenmesi zor ve ağır bir iş. Müridlerine çok çalışıp helal kazanılmasında tavsiyelerde bulunurdu. El ile biçilen ekinler kalbî zikir ile yapılır ve yeni gelenlere zikrullah öğretilirdi

Kendisi çok sade giyinir ve giysi bakımından herhangi bir resmiyet veya adet önemsemez ve aslında her meselede sadece sünnet olanı nazar-ı itibara alırdı. Sünnete ve Nakşibendî tarikatının usulleri üzere beyaz türbanlı muslin (ince pamuk) adında kıyafet giyerdi. Bir seferinde sünnet üzere yeşil sarık ile de görülmüş. Genelde beyaz bir gömlek ve beyaz veya mavi pantolon (tahbend) giyerdi. Temiz toprak üzerinde oturmayı severdi, bir sergi üzerinde oturmayı tercih etmezdi. Türbanı gayri resmi bir üst giyinişi çoğu zaman rahatsız edici gelirdi bazı insanlara.

Halifelerinden Pir Mitha Hazretleri bir gün Kureşî Hazretleri ve müridlerini tren istasyonun da beklerken anlattı. Tren geldiğinde yerde duran türbanı alıp tam bağlamadan başına koydu. Bir fakir onu tam bağlanmasına rica da bulundu ama o dinlemedi. Tekrar üstüne üçüncü seferde cevap verdi: “Benim şekil şemalimi beğenmeyen bana bakmasın.”

Tarikati

Mevlânâ Kureşî Hazretleri Nakşibendî tarikatına yeni müridler yetiştirirdi ama aslında hükmü 4 farklı büyük tarikatlara da geçerdi. Şeyhlerinden öğrendiği gibi her sabah müridleri ve misafirler Sahabelerin sünnetine mukâbil beraber bir zikir halkası kurulurdu. Başlarını eğip çoğu zaman yüzler bir şal ile sarılırdı. Herkes kalben Allah, Allah, Allah veya onun gibi bir lafzullah kullanırdı dili oynatmadan. Şeyh Kur’ân-ı Kerîm okur ve Farsça, Urdu veya Pencab şivesinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ve büyükleri yüceltmeye medhetmeye dair şiirler okurdu ve gelenlere nasihat edilirdi. Buna “Murâkâbe” veya “Halka-i Zikr”ismi verildi.

Bu halka esnasında Mevlânâ Kureşî kuddise sirruh büyük taşlı tesbih kullanırdı ve taşları kalb atışını anımsayarak birbirine değdirir. Müridlerine Allah lafzını kalb atışlarına göre söylemelerini tavsiye ederdi. Tesbihini çok severdi hatta bazen boynuna takardı. Halka halinde zikir etmek bugüne kadar dünyada halen devam eden bir gelenek.
Onun dışında, naât ve menkîbeler söylenirdi. Halka esnasında ve hatta çoğu zaman insanlar ve yeni gelenler cezbeye girerdi. Bazıları bayılır, kimisi ağlar veya güler ve yine bazıları titrereyerek Şeyh’in etrafında dönerdi. Bu hallere yerliler o kadar alışmışlar ki artık ona cezbenin adamı lakabı takmışlar.

Allah, Allah haykırışı çoğu zaman o kadar genel haline gelmişti, özellikle seferde, çok sesli söylenirdi. Aslında Nakşibendî yolunda sesli zikir yoktur ama ğayri ihtiyari olması buna dahil değildi.

Büyük evliyaların terbiyesi Mevlânâ Kureşî kuddise sirruh müridlerinin üzerinde genel bir hâl almıştı. Şeyh Abdulkadir Geylânî, Şeyh Hâce Muiniddin Acmerî , Seyyid Abdullah Şâh Kadrî Hazretleri, Sultan Bahu Hazretleri ve daha bir çokların ruhları müridlerin vasıtası ile şeyhe konuşurdu.

Birgün seferde iken, Seyyid Abdullah Şâh Kadrî Hazretleri (1680–1757) büyük evliya ve Pencab dilinde klasik tasavvufi şiir yazarı, müridlerinin birine indi ve Mevlânâ Fadl Aliyy-il i-Kureşî kuddise sirruh’la konuşarak, Halifelerinden Pîr Mitha ‘ya tarikat yolundaki ikinci dersi anlatmasını istedi. İkinci gün, yine bir sonraki dersten ve bu böyle günlerce devam etti. Böylece Pir Mitha sefer halinde Seyyid Abdullah Şâh Kadrî Hazretleri’nin talimatı üzere tarikat yolundan 7 incelikleri öğrenmiştir.

Nakşibendî Müceddedî tarikatının silsilesi bu şekilde devam ediyor:

Yoluna ilk şeyhi Seyyid Laal Şâh Hemedânî rehberliğinde başlıyor ve icâzeti ikinci şeyhi Hâce Muhammed Sirâceddin Nakşibendî tarafından alıyor. O’da Muhammed Osman ed-Dâmânî’den aldı. O’da Dost Muhammed Kandahâvî’den aldı, O’da Ahmed Saîd el-Medenî’den aldı, O’da Ebî Saîd Ahmed’den, O’da Abdillah Şâh-id-Dehlevî, O’da Mazhar Cân-ı Cânân, O’da Seyyid Nûr Muhammed Bedeyvânî, O’a Muhammed Muhsin ed-Dehlevî, O’da Muhammed Seyfeddin’den, O’da babasından İmam Muhammed el-Ma’sum’dan, O’da babasından Mevlânâ Ahmed-el-Fârûkî es-Serhendî İmam Rabbanî’den rahmetullâhi aleyhim ecmaîn silsile hâlinde gelmiştir.

Keramet, ilham ve keşifler

En büyük kerameti insanların istikametini Allah’a çevirmesi. İnsanların kalbine Allah’ı yerleştirerek artık lafzullah zikri hiç durmaz bir hâle getirirdi. Bazen kalbin atışı açıkça sesli duyulurdu insanlara. Vefat eden ve mezara defnedilecek müridlerin zikri halen duyulur ve hatta kalbin atışı göğüsün den açıkça gözle görülürdü.

“Aşka açılmış kalbler ölümsüzdür.” (Hafız)

Bir gün üç yaşında bir kız, babası ile beraber halka da oturmuş. Şeyh’in manevî bakışı birden çocuğa yönelirken kızın kalbi artık Allah zikrine başlamıştı. Ve artık her sabah erken uyanıp babasını teheccüd namazına kaldırır ve gece gündüz zikre devam ediyormuş. Aradan bir kaç gün sonra kız vefat etmiş ama kalbi Allah’ın zikrine devam etmiş, mezarından günlerce farklı özel bir koku gelirmiş.

Bir gün, Kureşî Hazretleri mektub yazmak istemiş, Hacı Gul Muhammed’den Miskinpür köyüne hurma getirmesini isteyecekti ama mektubu göndermek nasip olmamış. Hacı Gul Muhammed’in eşi de hak perest birisi imiş.

Cezbe halinde iken birden bire şeyhin mektubunu görürcesine okumaya başlamış: “Hacı sahib! Esselamu aleyküm! Bize hurma alıp mübarek Miskinpür köyümüze gelir misin?” O bunu eşinden duyar duymaz hurmaları alıp gitmiş şeyhin yanına ve kerametini anlatmış.

Mevlânâ Abdulmelik anlatıyor; Bir gün Fakirpür’de temizlenmiş buğday taneleri ambara getirilmesi lazımdı. Şeyhin tarlası çok verimli değildi ve bu yüzden fazla ekin çıkmıyordu. Şeyh de dahil 50 ile 60 kişi civarında güneşin doğuşundan öğleye kadar buğdayları taşıdılar.

Öğle namazından sonra ikindiye kadar tekrar devam ettiler. Herkes yorulmuştu ama buğdaylar bir türlü bitmiyordu. Mevlânâ Abdulmelik’e rica da bulunmuşlar. İnsanlar artık çok yorulmuş ve dinlenmek için Şeyhin iznini almak istemişler. Mevlânâ, Şeyhin huzuruna çıkmış ve tarlaların bereketi acaba içeriden mi sormuş. Şeyh “Evet” demiş. İkindi namazından sonra bir yürüyüşle kalan buğdayları getirmişler ve her gün yüzlerce kişi yemeğe gelmesine rağmen ekinler bütün sene yetmiş.

Şeyhin şalının keramet gösterdiği herkesçe bilinirmiş. Düğünlerde veya benzeri büyük toplantılarda insanlar Şeyhin şalını yemek tencereleri üzerini koyardı. Tencereler tam açılmadan yemek alınırdı ve yeterli gelmese bile bütün gelenler doyasıya yemekleri yerdi.

Kureşî hazretleri anlatıyor; “Hurma tohumların taşlarından iyi olanları ayıklıyordum, bunlar hatme-i hâcegan için kullanılırdı. Güzel olmayanları ve şekli çirkin olanları aralarından atıyorken taşların birisi bana hitaben dedi ki; “Bende çirkinlik varsa benim ne suçum var, Allah beni böyle yaratmış, neden ayırıyorsun beni?” Şeyh şöyle anlatmaya devam etti: “Ağladım ve kendi kusurlarımı hatırladım, o taşı da diğer güzel taşların yanına dahil ettim. Ve ondan sonra bu taş nezaman hatme-i hâceganda elime geçerse öpmeden geri yerine bırakmazdım.”

Şeyh çok ileri görüşlü idi o kadar ki yeni gelenlerin hakkında herşeyi biliyordu. Buna nazaran Şeyh şöyle demişti; “Keşke gelen misafirler kendilerini ve maksatlarını anlatmasalar, ben onların kendileri hakkında ne demek istediklerini ve ne kadar kalmak istediklerini biliyorum ama artık boşverdim.”

İtikadı

Kureşî Hazretleri itikadda Ehli Sünnet velCemaat ve amelde Hanefî mezhebine bağlıdır. İtikadı mektubatlarda anlatıldığı gibi özellikle İmam Rabbanî kuddise sirruh gibi büyük şeyhlerin itikadına bağlıydı. Pakistan’da çıkan Diyubendi veya Barelvi gibi yeni çıkan yolları sevmezdi, sadece kadim büyük Ehli Sünnet velCemaat’in müctehidlerini ve müceddid şeyhleri takip ederdi, onlara muhalif yollara hiç bir zaman girmemiştir.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i, Sahâbeleri ve Ehli beyti radıyallâhu anhuma ecmain çok aşırı derecede severdi. Sapık mezheblere karşı çıkardı ve Şia, sahte pîr, sahte seyyidler ve bencil âlimlere karşı müridlerini uyarırdı.

Aynı zamanda inancından, renginden veya meşrebinden dolayı gelen kimseyi reddetmezdi. Dergâha gelen herkese kapı açıktı. Üstün manevi gücünden gelenlerin bir çoğu sapık mezheblerden çıkıp doğru hak yolunu bulmuşlardır. Bir çok sapkınlığa giden ve tarikatlara karşı çıkan Vahhabîler onun kerametinden doğru yolu bulmuşlar. Bir zamanların en aşırı takirikat münkirleri sonradan şeyhin huzurunda cezbe hâlinde döner vaziyete gelmiş ve bu en büyük kerametlerinden idi.

Şeyh kendisi, çoğu eski vahhabilerin şimdi arkadaşı olduğunu belirtirdi. Elhamdulillah, zikirden faydalanıp usulü öğrendiler. Artık mütevazice Fakirpürde yalın ayak yürüyorlardı.

Bir gün Nazir Ahmed Ahmedpurî cezbe hâlinde Beşir Ahmed Ahmedpurî’ye hitaben: “Buraya gel kardeşim, şimdiye kadar vahhabiliği tatdık, birde gel bu tatlıdan yiyelim.”

Kureşî Hazretleri, Vahhabileri tekfir etmezdi, terbiye üzerinde bozuntuya uğramış olarak görürdü (Be-Adab) [3].

Kureşî Hazretleri tereddütsüz Vahhabî ve Diyubendî medreseler ve camileri ziyaret ederdi ve orada bazen kalbî zikri, nakşibendi usulünü ve hak yolunu öğretirdi. Bunu o kadar güzel bir şekilde yapardı ki kimse itiraz edemezdi. Bir seferinde bir mescide gitmiş orada büyük Ehl-i hadîs bir grup ona eşlik ederek Nakşibendî zikrine oturmuşlar. Bu murâkâbe esnasında cezbelenmiş ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e açık ve yüksek sesle hitap etmişlerdi. Bu aslında onların itikad ve usul ile çelişkili idi ama kimse itiraz etmemişti.

Diyubendî medresesini ziyaret ettiğinde talebeleri zikir üstünde eğitir. Mescidin imamı namaz esnasında sarığı sünnete göre bağlanmığını görünce böyle önemli bir sünneti İslam’ın merkezinde terk edilmemesini hatırlattı. Diyubendî talebeleri O’na saygı içinde hürmet ederdi, Kârî Muhammed Tayyib edepten O’na ayakkabıları giymesine yardımda bulunurdu.
Her sene şeyhlerin hatırı için Fakirpür’de cemaati toplardı. Bu büyük toplantılarda insanlara manevi rehberlik ve dersler verilirdi, feyz ve dua alınırdı. Bu mübarek gün Baişkah’ın 22isinde (hindu takvimin ikinci ayında) tarikat şeyhlerin ruhlarına hatim okunurdu. Daha sonra tekke Miskinpüre’e taşındıktan sonra (urs?) kutlama orada yapıldı.
Hindli müslüman topluluğu Şeyh Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh’un (urs??) genelde kutlar, kendisi bunu yapmazsa da tasdik ederdi. Bazı meşhur Hindli urs kutlamalarına katılırdı mesela Hâce Muiniddin Acmerî Çiştî’nin daveti üzerine giderdi.
Acmerde, Çişti tarikatının semasına katılmıştı fakat bu sadece orda bulunan Hâce’ye hürmetindendi, Her zaman Hanefi mezhebine binaen müzik ve onun gibi eğlencelerden uzak durmuştur.

Bazı biyografi yazarları, urs kelimesinden kaçınarak bunu yıllık bir karşılaşma olarak ifade ettiler ama Kureşî hazretleri kendisi bir müridine yazmış olduğu bir mektubta 22 baisakh urs kutlamalarının bahsini etmiştir

Vefatı
Mevlânâ Fadl Aliyy-il-Kureşî rahmetullâhi aleyh’in hayatı Allah’ın sevgisini ve zikrini yaymak için yollarda sefer halinde geçmiş. Son seyahatinde artık yürümeye takati kalmamış, müridleri araca bindirmek için yardımda bulunmuş ve o sırada felç geçirmiş ve Miskinpür’e geri getirilmişti.
İki hafta hasta kaldıktan sonra Ramazan’ın ilk gününde hicrî 1354, 28 Kasım 1935’te, 81 mübarek sene yaşayıp ebedî hayata göç etti. Cenazesi Mevlânâ Hâfız Kerim Bahş tarafından kılındı.

Ölümden evvel defni için küçük bir kabir yaptırmış. Bir zaman halifelerinden olan Mevlânâ Abdulğaffar ve abisi Mevlânâ Abdulsettar’ı özel ayrı bir yere çağırdı ve onlara o kabirde defnedilmesini istediğini söyledi. Vefatında oraya defnedilip ve vasiyetini insanlara Mevlânâ Abdulsettar tarafından okundu.

Türbesi khanqah Pakistan’ın Muzaffergah şehrinin Miskinpür tekkesinde bulunuyor ve binlerce ziyaretçi si var. Çoğu şahsi eşyaları ailesi ve Mevlânâ Refik Ahmed Şâh Kureşî gibi torunları tarafından saklanıyor.

Hulefâ ve torunları

Mevlânâ Fadl Aliyy-il-Kureşî rahmetullâhi aleyh’nin yüzden fazla halifesi vardı ve bu mübarek yolu dünyanın her köşesine yaymak için göndermiştir. Fakat isimlerinden sadece 66 tanesi biliniyor. Hepsi bu mübarek yolun onurlu şeyhlerindendi. Bu yüce tarikati Pencab, Hindistan, Bengladeş, Sind ve birçok Arab ülkelerine yaymışlar. Bazı önde gelenlerin ismini aşağıda kısaca özetleyeceyiz.

Onun manevi vârisi.

Halifeler arasında öne çıkan, şeyhin en sevdiği vekili Khwaja Abdul Ghaffar Fazali, pir mitha lakabıyla bilinen var. Doğumu Jalalpur Pirwala (Punjab) hicrî 1297 milâdî 1880 de ve sonradan larkana şehrinde Rahmatpur sharīf köyüne kendi inşa ettiği (khanqah) göç etti
Vekil tayin edildikten sonra şeyhi onu sindhe tebliğ için gönderdi. Sindh gibi birçok yerlerde tarikatı yaydı.
Aşırı bağlılığı ve sevgisinden şeyhin kızıyla evlenip ebu bekir Sıddıkin (radiallahu anh) sünnetine uymuş oldu.
Qureshī hazretleri kardeşi Mawlana Abdul Sattara da halifelik vermiş ve pır mitha ya baban ve abin hayatta olsaydı onlara da verirdim demis. Ve ayriyeten önceden hiç iki kardeşe hilafetini vermemiştir bu yönden onlar bir ilk oldu.

Bazı vekili
Bazı bilinen vekilleri aşağıda sıralanmıştır
Mevlânâ Abdulsettâr (Celalpür Pirvala), Mevlânâ Pir Mithanın abisi

Mevlânâ Hafız Kârî Kerim Bahş (Galvan, Alipür, Bahavalpür kenti).

Mevlânâ Abdulmelik Sıddıkî (Hâneval), hilafeti Pîr Mitha ile beraber almıştır

Mevlânâ Abdulğafur el-Abbasî el-Medenî (Medine) en önde gelen halifelerinden, Medine’ye özellikle Nakşibendî tarikatını öğretmek için göndermiştir.

Mevlânâ Muhammed Said Kureşî Hazretleri,

Mevlanâ Zevvar Hüseyin Şah’ın şeyhi
Mevlânâ Abdulvahid Butto Hazretleri (Sind), daha sonra kendini Pîr Mitha hazretlerine adadı.

Mevlânâ Ahmed Din Hazretleri(Uçşerif, Bahavalpür) kendi şahsi hizmetini uzun zaman ona yaptırmış.

Torunları

Mevlânâ Fadl Aliyy-il-Kureşî rahmetullâhi aleyh’in farklı zamanlarda 3 tane eşi olmuş ve ilk iki eşinden çocukları olmuş. Vefat eden 8 tane ergenlik çağına girmemiş çocukları varmış. Torunlarının geri kalan hepsi dedelerinden kalmış mütedeyyinlikten İslam âlimleri olmuş. Bu manevî görev torunları ile devam ede gelmiş, bunlardan en önde gelen Hâce Sohna Sain’in halifesi Mevlânâ Refik Ahmed Şâh Kureşî Fazalî Nakşibendî Hazretleri, aynı zamanda Pîr Mitha’nın vârisi.

Mevlânâ Refik Ahmed, Mevlâna Abdurrauf Şâh’ın oğlu, O’da Mevlânâ Said Ahmed Şâh’ın oğlu, O’da Fakir Şah’ın oğlu, O’da Pîr Kureşî Hazretleri’nin abisi.

Mevlânâ Refik Ahmed 6 Mayıs 1957’de Miskinpür’de doğmuştur. O bir çok İslam âlimlerden ders almıştır ve Nakşibendî tarikatini Sohna Sain Hazretlerinden öğrenip halifelik almıştır. O dedesi Pîr Kureşî’nin asilzade ve şerefli sembolüdür ve tanınmış şeyhlerden, şu anda Sohna Sain’in vârisi Hâce Seccan Sain hazretleri ile birleşmiş. Miskinpür’de dedesinin kurmuş olduğu tekkede yaşıyor. Allah uzun ömür versin ve bizleri onların gölgesinde yürümeyi nasip etsin.

 

516C258D C7F4 4B08 85FB 7AE002788F15

61BD0FFB DDA1 4B3D BC6D CD22371B2BC4

The blessed tomb of the venerable master Shaykh Fazal Ali Qureshi Naqshbandi Mujaddidi. The grave lies inside the room constructed by the Shaykh himself to hold his grave. The grave itself lies uncemented and without cover, as some of the family members of the Shaykh follow an extremist version of Sufism and have not allowed anyone to take proper care of this holy place.

Mausoleum of the Shaykh

Hazrat Rafiq Ahmad Shah Qureshi
error: Content is protected.