SEYYİDUNA HÂCE AHRAR Rahmetullahi Aleyh

SEYYİDUNA HÂCE AHRAR Kuddise Sırruh

 

Şeyh Ubeydullah-ul-Ahrâr, kutb-ul-ğavs-ul-a’zâm, şeriatin menbaı, hakîkatin bayrağı, ma’rifetin kaynağı idi. Bu silsilenin en meşhur olanlarından biridir.

 

Buyurmuştur ki: “Otuz yaşına vardım. Şeyhimin yanında kitab okuduğum zaman dahi kalbim Allah’tan bir lahza ayrılmıyordu. Tüm insanları da kendim gibi zannederdim.”

 

O, zâhirî ilimlerin kalıbında, bâtinî ilimleri bildirmekte hiç müşkül çekmezdi. Mesela وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ “…Sâdıklarla beraber olun.” mealindeki ayet-i kerîmeyi şöyle açıklamıştır:

 

Hissî beraberlik ve rûhânî beraberlik olmak üzere iki beraberlik vardır:

 

1-Hissî beraberlik, mücâleset ve musâhabetle olur. Sohbet ve iyilerin yanında oturmaya devam edenin kalbine Allah Teâlâ, bâtinî nurları ve zâhirî ilimleri ile birlikte güzel ahlak tohumlarını yağdırır. Buna istifâde denilir.

 

2-Manevi, bâtınî beraberliktir. Mesela talib, onların rûhâniyetlerine külliyeti ile yönelir. Kalbini onlara bağlar; gıyablarında ve huzurlarında onları zihninde istihzar eder; bu irtibatın kuvvetlenmesine çalışır. Kalbî irtibattan doğan sevgi kalbe hâkim olunca, onunla rabıta kurulan kimsenin kalbindeki sırlar, rabıta edenin kalbine akseder. İşte bundan dolayı mü’minlerin “sâdık olana” kalblerini bağlamaları emrolunmuştur. Artık bu irtibattan dolayı sâlik, mâsivâya, hatta Esmâ ve Sıfatın tecellîlerine dahi iltifat etmez. Şöyle de denilebilir: Âşık ol.. Ma’şûkla beraber ol… Abd ol… Ma’bûdla beraber ol… Üstâdın nahvî olursa sen de nahvî… mahvî olursa sen de mahvî olursun. Rabıta yolu en kısa yoldur.

 

FASIL

 

Bedîuzzaman 29’uncu mektubun telvihat-ı tis’asının üçüncü telvihinde şöyle der:

 

“Adi bir samimi ehli tarîkat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarîkat (rabıta) vasıtasıyla ve o mehabbet-i evliya (manevi beraberlik) cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle fâsık olur, fakat kafir olmaz; kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedîd bir mehabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşayıhı, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütemediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez… Tarîkatte hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.”

 

Gerek burada ve gerekse Emirdağ Lahikası-11 / sayfa 54/Envar yayınları/yıl 1989-27’nci mektubda diyor ki:

 

“Şimdiye kadar ben yalnız iman hakîkatini düşünüp “Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor. ” dedim. Fakat şimdi Sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün oniki büyük tarikatin hülâsası olan ve tariklerin en büyük dâiresi bulunan Risâle-i Nûr dâiresi içine, her tarikat ehli kendi tarikati dairesi gibi görüp girmek lazım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor kalbi mağlub olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakiki Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid’atlara ve takvâyı kıran büyük günahlara girmemek gerektir.”

 

Üstad demek istiyor ki, şimdi de tarîkat zamanıdır. Binaenaleyh her hâlukârda nur şâkirtleri ve ehli tarîkatin beraberce çalışmaları gerekir. Bu da iki kanatla olur. İtikad ve tevhid ilmini Risâle-i Nur’dan; zikir ve vuslat ilimlerini erbâb-ı tarîkatten öğrenmek gerekir.

 

VASIL

 

Hâce-i Ahrar şöyle demiştir: Hayâlî konuşmaların, vesveselerin üç şeyle müdâfaası mümkündür:

 

1-Âlî tarîkatinde Nakşibendîlerin sâdatlarının seçmiş oldukları riyazet ve mücâhade yollarıyla,

 

2-Hayâlî konuşma ve vesveselere karşı nefsini kuvvetsiz ve hareketsiz inanmakla Allah Teâlâ’ya yalvarıp, müdâfaasını ve engelleri ortadan kaldırmasını istemesiyle,

 

3-Şeyhine yönelip ondan himmet dilemesiyle. Çünkü onu vasıta edinmek, en yakın ve en kolay, en güzel yoldur.

 

Bu sırrı azîmi, Şeyh Muhammed Zâhid ve başkalarına emanet ederek, hicrî 895’te 89 yaşındayken dâr- u bekâya gitmiştir.

 

 

Özleşme Yolu / s.169-171

 

error: Content is protected.