Mevlânâ Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî Rahmetullahi Aleyh (380-450 hicrî)

Shrine of Khwaja Abul Qāsim Gurgāni (rahmatAllah alaih), in Gurgan, Iran

Tomb of Hadhrat Abu-Usman Maghribi

Tomb and mosque of Hadhrat Sayyid Ali Hujweri in Lahore, Pakistan

Mevlânâ Ebi-l-Kâsım bin Ali bin Abdulllah Cürcânî (380-450 hicrî), (Farsça: ابو القاسم گورگانی) kuddise sirruh. Allah’ın sırlarına ermiş büyük bir tasavvuf üstadı. Nakşibendî tarikatinin ve diğer bazı tarikatlerin en büyük şeyhlerinden.

Doğumu Cürcân’da (İran’ın kuzeyinde) hicrî 380. Manevî sırlarını mutasavvıfların üstadı Ebi-l-Hasem-il-Harkânî’den (352-425 hicrî) üveysiyy-ül-meşreb aldı ve bir kaç vesile ile İmâm Cüneyd-i Bağdâdî’den (218-298 hicrî) aldı.

Mevlânâ Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî manevî sırları Şeyh Ebu Osman el-Mağribî’den (d. 373 hicrî) aldı, O da
Şeyh Ebu Ali el-Kâtib’den (vefatı 356 hicrî), O da
Şeyh Ebu Ali Muhammed bin Kâsım er-Rûdbârî’den (vefatı 321/322 hicrî), O da
İmam Cüneyd-i Bağdâdî’den (218-298 hicrî), O da Şeyh Serî-i es-Sakatî’den (vefatı 253/258 hicrî), O da
Şeyh Ma’ruf bin Firûz el-Kerhî’den (vefatı 200 hicrî), O da
Şeyh Davud et-Tâî’den (vefatı 165 hicrî), O da
Şeyh Habîb el-Acemî’den (vefatı 120 hicrî), O da
İmam Hasan-ı Basrî’den (vefatı 110 hicrî), O da
Seyyiduna İmam Alîyy-il-Mürtezâ keremllahu veche’den (vefatı 40 hicrî), O’da
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den (d. 11 hicrî)

Üstadı Şeyh Ebu Osman Saîd bin Selâm el-Mağribî kuddise sirruh büyük bir veli ve o zamanın mümtaz tasavvuf üstadı. Bağdat ve Mekke gibi birçok farklı yerlerde yaşamış ve en sonunda Nişâbur’a (kuzeydoğu İran) yerleşmiş, hicrî 367.

Meşhur sözlerinden biri: “Kim ki, zenginler ile oturup kalkmayı fakirlere tercih ederse Allah da ona manevî/ruhanî ölümü verirmiş.” [Keşf-ul-Mahcub]. Hicrî 373 Nişâbur’da vefat etmiş, türbesi feyz ve bereket kaynağı olup çokça ziyaretçileri olmaktadır.

Mevlânâ Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî, Lahor’da yaşayan Dâtâ Ganj Baxş ismiyle bilinen Seyyid Ali Hucverî’nin şeyhidir ve O’ndan Keşf-ul-Mahcub adlı Farsça yazılmış ve bu alanında ilk olan eserinde bahsetmektedir. O’ndan velilerin en üst mertebesi olan kutub olarak bahsediyor ve Üstadını şu ifadelerle tanıtıyor:

O zamanın eşsiz emsalsiz birisiydi. Bidayette çok mükemmel ve güçlü ve yolculuğu şeriati titizlikle gözetleyerek geçmiştir. O zamanın dergah ehli olan herles kalben O’na bağlıydı ve bütün talibler O’na sağlam inançla güvenirdi. Olağanüstü bir güce sahip, müridlerin keşf-i vakıalarına vakıf ve birçok farklı kollardan ilim sahibi olmuş.

Eserde bir yerde şöyle bir ifadesi var:
Osman el-Cullâbî, büyük şeyh Mevlânâ Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî Tûs’da şöyle soru sormuş: “Fakirliği hak etmek için bir derviş için en az ne gereklidir?
Cevabı: “Bir dervişe en az şu üç şey gereklidir: İlk olarak bir dervişin yama üzerine doğru dikiş atabilmesi gereklidir; İkinci olarak, doğruca söz dinlemesini bilmelidir; Üçüncü olarak, ayağını düzgün yere basmasını bilmelidir”.

Dostluğun kuralları başlığındaki bölümde, Seyyid Ali Hucverî şöyle ifade ediyor:
Büyük şeyh Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî’ye sordum; “Dostluğun hangi yükümlülükleri vardır?” Cevabı: “Şunları içerir, kendi ilgi alanın peşine düşmeyeceksin, dostluğun bütün kötülükleri bencil olmaktan ortaya çıkar. Bencil insanlar için yanlızlık daha iyidir. Kim kendisini ihmal ve arkadaşlarının ilgisini tercih ederse dostluğun alâmetine tam isabet etmiştir.”

Kerametlerinden birisi Seyyid Ali Hucverî tarafından şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün şeyhin huzurunda oturuyordum ve kendi deneyimlerimi ve gelen ilhamları anlatıyordum belki onları tahlil eder diye, bu konuda eşsiz yeteneği vardı. Söylediklerimi nazikçe dinledi. Gençliğin vermiş olduğu hava ve ateşten böyle şeyleri hevesli sorardım. Böylece aklıma şeyhimin belki bu acemilikten rahatsız olacağını, ya da belki tevazu etmeyeceğini ruhaniyetimden endişeli olabileceğini düşünürken şeyhim zaten bu halimden haberdar olmuş. “Sevgili dostum” dedi, “Bilmelisin ki benim tevazu etmem sana veya deneyimlerinden değil, bunları bize yaşatıp verenedir. Sana has olan bişey değil, Allah’ın rızasını arayan herkes içindir.” Bunu duyduğumda tamamen geriye çekildim. Aklımın bunaldığını görünce dedi: “Evladım, adamın yolunda bundan başka ilişkisi yoktur, bunu bağımlı olursa, bulduğunu hayal eder, bunu azlederse kelimelerle giydirmeye çalışır. Böylece olumsuzlukları da başarıları da, varlığı ve yokluğu bir hayal üzeredir. İnsanın hayal ettikleri bir hapishane gibidir bundan kaçamaz. Kapıda köle gibi davranır ve bütün nisbetinde olanları kendinden iter, erkeklik ve itaat etmek hariç.” Sonrasında maneviyat üzere çokça sohbet ettik ama bir daha O’nun manevi gücünü ölçmeye kalkışmış olsam mağlup olacağımı biliyordum.

Mevlânâ Ebi-l-Kâsım-il-Cürcânî “Fusûl-ul-tarîkat ve fusûl-ul-hakîkat” adlı eserinde şöyle bir ifadesi var:
(Burasını tam tercüme edemedim)
Günah olmayan bir meselede kardeşler arasında erdemlik ile uyuşmak, nafile oruç tutmaktan az değildir. Ve oruç tutmanın adabı tutan kimsenin bu orucu değerli görmemesi. [Enis-üt-talibin]

Şeyh Şerâfeddin Yahya Manerî , 23u. mektubunda naklediyor; “Şeyh Ebu Ali Farmedî, Üstadına gördüğü bir rüyayı soruyor: “Sen o rüyada bana şöyle şöyle bir şekilde konuştun, neden ya Şeyhim?” Nedenler için yer olmasaydı; kalben, dillere yolunu bulamazdı.”

23 Safer 450 hicrî (19 veya 20 Nisan 1058 milâdî). Şedarat el-Dahab’ın yazarı O’nun vefatını Rebiyy-ul-evvel 469 hicrî olarak rivayet etmiş ama bunun ihtimali daha az olasılıkta. Türbesi küçük bir köyde, Torbat Haydâriye’nin 3 kilometre güneyinde, İran’da. Haritada enlem: 35.23435, boylam: 59.19795

O’nun tanınmış talebeleri ve müridlerinden şu isimler öne çıkıyor;

Seyyid Ali bin Osman el-Hucverî Lâhorî kuddise sirruh, daha çok Dâtâ Ganj Baxş ismiyle tanınıyor
Mevlâna Ebî Aliyy-il-Fârmedî kuddise sirruh
Şeyh Ebubekr en-Nessâc kuddise sirruh
Hâce Ali el-Hallâc kuddise sirruh
Şeyh Ebubekr Abdullah et-Tûsî kuddise sirruh

Halifesi, damadı Mevlâna Ebî Aliyy-il-Fârmedî, Seyyid Ali Hucver ile de bilinirdi.

Nakşibendî Müceddidî tarikatinin altın silsilesinin bir sonraki gelen şeyhi Mevlâna Ebî Aliyy-il-Fârmedî

error: Content is protected.