SEYYİDUNÂ EBU-L-HASAN EL-HARKÂNÎ Rahmetullahi Aleyh

 

SEYYİDUNÂ EBU-L-HASAN EL-HARKÂNÎ Kuddise Sırruh

Şeyh Ebu-l-Hasan el-Harkânî Hazretleri, asrının sahibi, zamanın ferîdi ve o zamanda yaşayan evliyânın barajı olmuştur. Ona intikal eden nisbet, onun kalb-i şerifinden hâss-u âmmenin kalblerine dağılmıştır.

Şöyle tavsiyede bulunmuştur:

Allâh’ı zikrettiğin vakitte başkasından konuşan, doğrusu Allah’tan başkasını zikreden kimseyle arkadaş olma.

Her zamanda ulemâ ve âbidler dünyada bulunur. Sabahtan akşama kadar, akşamdan sabaha kadar iradeni ve gayretini Allah’ın rızasını kazanmak için harcamazsan faydalanamazsın.

Sofîlik seccâde, tesbih ve külahla değil; aded ve sûretlerle de değil… Sofî, Allah’ın iradesinde iradesini mahvedendir. Şöyle ki, lâ ilâhe illallah dediğin zaman varlığı asla hissetmez.

Sofî gündüzde güneşe, gecede aya ve yıldızlara muhtac olmayan; mutlak yoklukta olduğu halde vücûda muhtac olmayandır.

Şeyh Abdullah el-Ensârî Hazretleri der ki: “Hadis ve şeriat ilimlerinde şeylerim çoktu. Amma tarîkatte şeyhim Ebu-l-Hasan el-Harkânî’dir. Onu görmeseydim hakîkati bilemezdim.”

Şeyh Ebû Hasan el-Harkânî Hazretleri hiçbir mahluktan korkmazdı. Sultan Mahmud onu ziyaret ettiği vakit bir saat yanında otururdu. Birgün: “Şeyh Hazretleri Beyazıd Bestâmî hakkında ne buyurur?” diye sorar. Şeyh Ebû Hasan: “Beyazıd öyle bir adamdır ki, ona tâbi’ olan hidayete erer. Onu gören gizli olmayan saadete kavuşur.” cevabını verir. Sultan: “Bu nefsime ağır geldi. Ebu Cehil Peygamberimiz’i gördü… ve şekavetten ayrılmadı.” deyince Şeyh şöyle karşılık verir: “Hayır, Ebû Cehil Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i görmedi. Muhammed bin Abdullah’ı gördü. Eğer Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i görseydi, şekâvetten çıkıp saadete girecekti. Bunun tasdiki, Allah Teâlâ’nın buyurduğu El-A’râf sûresinin; وَتَرَاهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ  “Habibim Onların Sana baktıklarını görürsün. Halbuki onlar seni görmezler…” mealindeki 198’inci ayettir. İki sûretle görmek var:

a- Beşerî gözle görmek.. Bu gayrinin saadet ve şekâvetine sebeb olamaz.

b- Kalb, sır gözüyle görmek var. Kemâl-i mutâbaat şartıyla bu gözle gören, şekâvetten çıkar ve saadete girer.

Şeyh Ebû Hasan, hicrî 425’te vefat etmiştir. Bu üstün nisbetin sırrı ve manevi hilafet ondan, Şeyh Ebû Ali el-Fermedî Hazretlerinin naklolunmuştur.

SORU: Nakşibendî silsilesinde buraya kadar iki inkitâ’ vardır. Birincisi İmam Ca’fer Sâdık ile Beyazıd Bestâmî arasında kırk; Beyazıd Bestâmî ile Ebu-l-Hasan el-Harkânî arasında bunun iki katı, seksen veya doksan sene mesafe inkıtâı var. Bu inkıta’ ile beraber silsilenin doğru olduğu ve senedle gelişi nasıl iddia edilebilir?

CEVAB: Diğer silsilede Ebû Ali el-Fârmedî’ye kadar inkıtâ’ yoktur. Çünkü bu zatta üç silsile birleşir.

Nitekim, Ebû Ali Fârmedî Fadl bin Muhammed, 465’te vefat eden meşhur Şeyh Ebu-l-Kâsım el-Kuşeyrî Hazretlerinden şer’î ilimlerin tahsilini ikmalden sonra, ayrıca zâhirî nisbeti 373’te vefat eden Ebû Osman el-Mağrabî künyesiyle meşhur Saîd bin Selâme’ den de almıştır.

Şeyh Saîd bin Selâme, 340’ta vefat eden Ebû Ali el-Kâtib Hasan bin Ahmed el-Mısrî’den hırka giyerek zâhirî nisbeti almıştır.

Şeyh Ebû Ali el-Kâtib, Mısırda ikamet eden Bağdad’lı Ebû Bekr Mısrî’den kesbi kemal etmiş ve bilfiil zâhirî nisbeti 321’de vefat eden Şeyh Ahmed Ebû Ali er-Ruzbârî’den almıştır.

Şeyh Ahmed, 298’de vefat eden meşhur Reis-ut-Tâifeyn Cüneyd el-Bağdâdî’den hilafet ve kutbiyet hırkasını almıştır.

Şeyh Cüneyd, 251’de vefat eden dayısı Serî Sakatî =Sıktî’den aynı hilafeti almıştır.

Serî Hazretleri, 200’de vefat eden Şeyh Ma’rûf Kerhî’den;

Şeyh Ma’rûf Kerhî de, 153′ te doğup 203’te vefat eden İmam Ali Rızâ’dan nisbeti almışlardır.

Bunların menkîbelerini araştırmak isteyen, Risâle-i Kuşeyrî, Tabakât-i İmam Şa’rânî, Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ ve Tabakât-us-Sofîye gibi kitablara müracaat edebilir.

İmam Ali Rıza, 128’de doğup 186’da vefat eden İmam Mûsa-l-Kâzım’dan;

O da, 83’de doğup 148’de vefat eden İmam Ca’fer Sâdık’tan nisbeti almışlardır.

İmam Ca’fer Sâdık, zâhirî ve bâtınî nisbeti, dayısı İmam Kâsım bin Muhammed’den aldığı gibi, ayrıca 57’de doğup 113’te vefat eden babası İmam Bâkır’dan da nisbeti almıştır.

İmam Muhammed Bâkır, 46’da doğup 94’te vefat eden babası İmam Zeynel Âbidîn’den almıştır.

İmam Zeynel Âbidîn de, 6’da doğup 61’de vefat eden babası İmam Hüseyn’den almıştır.

İmam Hüseyn de, hicretten 23 sene önce doğup hicrî 40’ta vefat eden ve Hulefâi Râşidîn’in dördüncüsü olan Hazreti Ali’den almıştır. Radıyallâhu anhum.

Hazreti Ali radıyallâhu Teâlâ anh, Hazreti Ömer’den, Hazreti Ebû Bekr’den zâhirî ve bâtınî hilafeti aldığı gibi, ayrıca bâtınî hilafeti Fahri Âlem Hazreti Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’den almıştır.

Bu silsileye, silsilet-ul-zeheb denilir.

Reşahat ve El-Hadâyık-ul-Verdiyye bu silsile hakkında uzun izah vermiştir.

Kaldı ki, Nakşibendîlerin ve birçok evliyânın ittifâkıyla, ruhâniyetteki birleşme, cismânî birleşmeden daha kuvvetlidir. Ruhâniyette zaman, gençlik, ihtiyarlık söz konusu değildir. Nitekim Buhârî’nin Edeb-ul-Müfred’de ve Tabarânî’nin tahric ettikleri İbni Amr’dan gelen bir hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: اِنَّ رُوحَىِ المُؤْمِنَيْنِ تَلْتَقِى عَلَى مَسِيرَةِ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ وَمَا رَاَى وَاحِدٌ مِنْهُمَا وَجْهَ صَاحِبِهِ “Gerçekte iki mü’minin ruhları -onlardan biri arkadaşının yüzünü görmediği halde- bir gün ve bir gece mesafesinde karşılaşırlar.”

Ruhların karşılaşması hakkında vârid olan bu hadis, sened cihetiyle zayıf sayılmışsa da, metin ve hüküm bakımından zayıf sayılmaz. Onun için, Buhârî Edeb-ul-Müfred’de tahric etmiştir. Aynı zamanda bu hadis; اَلأرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ فَمَا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ وَمَاتَنَاكَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ  “Ruhlar biraraya toplanmış askerlerdir. Onlardan birbirleriyle tanışanlar, biraraya gelip anlaşırlar. Ve onlardan tanışmayanlar da, birbirine düşüp uzaklaşırlar.” mealindeki müttefikun aleyh olan Ebî Hureyre’nin hadîsiyle takviye olunmaktadır.

“…biraraya gelip anlaşırlar.” yerine “kaynaşırlar” da denilebilir, ki bu birbirinde fâni olmanın ifadesidir. Alâ külli hal iki mü’minin kalbleri ve ruhlarının biraraya gelmesinin keyfiyeti, Rabbânî ilham vasıtasıyla güzel ahlakta, sıfat münasebetinde ve sevgiyle tahakkuk eder. Bunun başlangıcı, sevgiyle tanışmaktır.

Ashab devrinde bu kaynaşma yaygındı. Nitekim Buhârî’nin Edeb-ul-Müfred’de tahric ettiği bir eserde İbni Abbas radıyallâhu anh şöyle demiştir:اَلنِّعَمُ تُكْفَرُ وَالرَّحِمُ تُقْطَعُ وَلَمْ نَرَ مِثْلَ تَقَارُبِ القُلُوبِ  “Nimette nankörlük ediliyor. Rahim sılası kesiliyor. Biz ashab olarak kalblerin birbirine yakınlığı gibi hiçbir güzel hasleti görmezdik.”

Ruh âleminde karşı karşıya gelip tanışanlar, dünyada da, zaman, mesafe söz konusu olmaksızın karşı karşıya gelirler ve kaynaşırlar. Şartı, kâmilen sevgi; ve ahlakta yakınlıktır.

 

Özleşme Yolu / s.148-153

 

error: Content is protected.